Bu yazımda iki konuya değinmek istiyorum…
İlk konu, benim mesleki büyüğüm hem de Antalya medyasının ağabeyi olan Erdal Orhan’dan bahsetmek istiyorum. Erdal ağabeyimizi neden kaleme almak istedim, birlikte okuyalım.
Orhan, ağabeyimle ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum…; Kendisi mesleğe 70’li yılların başında Ağrı’da başladı. 1979’da Antalya’ya geldiği yıldan bu yana birçok gazetenin yöneticiliğini yaptı ve mesleğimize birçok gazeteciyi kazandırmış oldu. Bu dostlarım arasında benim için de çok kıymetli yeri olan Deniz Akgün, İsmail Kömür, Emin Demir, rahmetli Ramazan Karaburun, Abdullah İnal, Okan Özer ve İdris Taş gibi birçok meslektaşımızı camiaya kazandırdığını az çok biliyoruz… Antalya Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na da geçmiş yıllarda adaylığını koyan Erdal ağabeyimizi tüm meslektaşlarımızdan ayıran bana göre çok önemli bir özelliği var; gazetecinin emekliliği olmaz ama şu sıralarda doğa sporlarıyla uğraşan Erdal ağabeyimizin hiç kimsede ve hiçbir yerde bulunamayacak hazine anlamında bir fotoğraf film arşivi bulunuyor. Antalya ve çevre iller de dahil olmak üzere geçmiş 45 yılın neredeyse her türlü yaşanmış olayın fotoğrafı belgesi kendisinde mevcut. Öyle ki geçmiş yıllarda Kepez Belediyesi’nin yıkılan Dokuma alanın da açtıkları kent müzesinde Antalya’nın geçmişi ile ilgili fotoğrafların bir kısmı Erdal Orhan’dan istenmiştir…
Değerli ağabeyimizin müzede halen sergilenen haber ve fotoğrafların arasında eski başbakanlardan Bülent Ecevit, dokuzuncu Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel’den tutun da Kenan Evren ve Turgut Özal’ın daha başbakan bile olmadığı dönemlere ait Antalya fotoğrafları var… Bu fotoğraflar için Erdal Orhan ağabeyimize telif veya onure edici bir jest yapıldı mı yapılmadı mı bilmiyorum… Ancak, müzede sergilenen fotoğraflara Erdal Orhan’ın isminin veya imzanın yazılmaması bana göre üzücü bir durum… Ayrıca, Teomanpaşa Mahallesi’nin de isim babası olan Orhan’ın, bu konuda hazırladığı “mahallenin hikayesi” yazı dizisi ise Kepez Belediyesi basın danışmanı değerli meslektaşım ve arkadaşım Gültekin Bursalı’nın çantasından, yayınlanacağı günü beklediğini tahmin ediyorum… Neyse, düşünün ki bu arşiv öyle bir arşiv ki 1997 yılında Sabah Gazetesi’nde görev yaparken kıymetli mesleki büyüğümüz ve o dönem AGC kurucu Başkanı olan Erdoğan Kahya tarafından aldığım yılın başarılı gazeteciler ödülü sırasında çekilmiş bir kare fotoğrafım bile olmamıştı… Bu ödül töreni ile ilgili bir fotoğrafımı 25 yıl sonra Erdal ağabeyimizin facebook paylaşımı ile görüp temin etmiş olmam, benim için büyük sürpriz olmuştu.
Her neyse işin özü şu ki bana göre bu arşiv, Antalya’nın tarihi için bir değerdir ve bu arşive sahip çıkılmalıdır… Burada başta (AGC) Antalya Gazeteciler Cemiyeti’nin Başkanı Sayın Mevlüt Yeni’ye hatta Büyükşehir Belediyesi ile alt belediye başkanlarına bu arşivi sahiplenmelerini önermek istiyorum… Gelecek nesillere ışık ve bilgi kaynağı olacak bu arşivin tarihi bir belge niteliği taşıyacağı günleri şimdiden görür gibiyim…
Bir diğer konuya gelince …;
Geçtiğimiz ay bir dizi görüşmeler yapmak için Ankara’ya gittim… Ankara’da bulunduğum süre içinde görüşmelerimden birisi de Yeni parti kurma çabalarında olan Prof Dr Ümit Özdağ’dı… Hatta görüşmede kendisine imzalı bir kitabımı da hediye ettim… Biraz siyaset konuştuk… Ülkenin siyasi gündemini değerlendirdik… Karşılıklı fikir alışverişi yaptık ve sonra tekrar görüşmek üzere ayrıldım… Daha sonra siyasi manada başka görüşmelerimiz de oldu… Bu görüşmelerde bilgi ve donanımına inandığım bazı siyasilere sohbet esnasında birkaç soru sordum… Bu sorulardan bir tanesi “Montrö Antlaşması” ile ilgiliydi… Taraflarınca bilinmesi gereken bu konuyu bilen çıkmadı ve şaşırdım, hatta üzüldüm…. Sonra Antalya’ya döndüm… Birkaç gün sonra geçmişten beri mesleğine, kişiliğine ve hatta siyasi duruşuna yüksek saygı duyduğum Avukat Baştuğ Çalışır’la bir simitçide tesadüfen karşılaştık… Siyasi bilgisi ve öngörüsüne güvendiğim bir yapısının da olduğunu biliyorum ama yine de Ankara’da önemli siyasilerle yaptığım sohbet esnasında sorduğum, siyasi önderlerin bilemediği Montrö antlaşması ile ilgili soruyu kıymetli Baştuğ’a da sormak istedim…
Soruyu sormamla birlikte kıymetli Baştuğ meselenin bilinmeyen perde arkasından tutun da bu konu ile ilgili mütekabiliyet ilişkilerine kadar detaylı bir anlatımda bulununca ben gerçekten şaşırdım… Kendisine de şaşırdığımı ve gerekçelerini anlattım… Belki konunun önemini veya ruhunu burada satırlara dökememiş olabilirim ama bence her siyasetçi bu derecede donanımlı olmalı… Çünkü bu donanımı maalesef her kesimde göremiyoruz. Bu bilgisi benim gerçekten çok hoşuma gitti ve ben bu değerlerin onure edilmesi gerektiğini düşünerek bu diyalogu köşemde dile getireceğime dair kendisine söz verdim; her ne kadar istemese de ben yine de affına sığınarak bu sohbeti kaleme aldım… Ben bir otorite değilim, ancak bu denli donanıma sahip insanlardan toplumun yararlandırılması gerekir… Bir şekilde siyasete kazandırılması gerektiğine dair kamuoyu beklentisinin, en kısa sürede vücut bulmasını ümit ediyorum… Yine yukarıda ilk konuda değindiğim gibi vasıfları bizlerden farklı olan Erdal Orhan gibi değerlerden de yararlanmalıdır diye düşünüyorum…
Esen kalın …