Sevgili Okurlarım!
Bugün yazı köşemde yıllardır bir türlü çözülemeyen İsrail-Filistin Davasını ele alacağım.
7 Ekim 2023 Cumartesi günü sabah saatlerinde Hamas’ın Gazze üzerinden İsrail’e Aksa Tufanı operasyonu başlatması, İsrail’in misilleme ile karşı tarafa verdirdiği kayıplar, her geçen gün artan ölümler, bu hikâyenin yeni evresinde binlerce masum insanın ölümü.
Yaşadığımız 21. Asırda binlerce insanın evinden yerinden yurdundan edilmesi onca dökülen kan gözyaşı …
Ben önce bir insan olarak İsrail -Filistin arasında savaşın sona ermesini iki taraf arasında anlaşma sağlanmasını akan kanın biran durmasını diliyorum. Ölen binlerce masum insana Allah dan rahmet , ölenlerin yakınlarına sabırlar diliyorum.
Bu Filistin Davası yıllarca süre gelen, bir türlü çözüm alınamayan bir mesele.
Filistin Davası dünyada ve ülkemizde yıllarca sürekli gündeme geldi. Birçok platformlarda, ülkeler nezdinde yapılan koferans görüşmelerde konuşuldu.
Gün geldi birileri de bu davayı kendi milli davası gibi gördü. Her ülkenin kendi stratejisi yapısına göre davaları olur. Benim görüşüme göre Filistin davası Filistinlilerin davasıdır, benim milli davam asla olamaz. Ben bir Türkiye vatandaşı olarak Filistin davasına destek veririm , destekten öte milli davam olarak kabul edemem. Kuvayı Milliye ile Filistin Kurtuluş Örgütü Hamas’ı bir tutamam. Kuvayı Milliye yurdun dört tarafını işgal etmiş içerden dışardan düşmanlara karşı kurulmuştur. 1918 ile 1921 yılları arasında etkin olan Kuvayi Milliye; Güneyde Fransızlara, doğuda Ermeni ve Rum çete faaliyetlerine, batıda ise Yunan işgaline karşı büyük bir direniş göstermiştir. Düzenli ordu kuruluncaya kadar direniş göstermiş, düşmanı vur kaç taktikleri ile çökertme yoluna gitmiş, halkında düşmandan malını ırzını canını koruma görevini üstlenmiştir. Açıkça söylemem gerekirse direniş örgütü olarak görülen Hamas’ı, kurtuluş savaşı öncesi oluşan Kuvayı milliye’ye benzetmeyi ben doğru bulmuyorum.
Ülkemizde, Filistin Davasını din davası gibi görenler oldu. Bu dava tiyatro sahnesinde oynanan oyunda yer bulduğu da, seçim meydanında mitinglerde söylemlerde sürekli gündemini koruduğu da oldu.
Ben araştırmacı yönüm ile “Filistin Davası” diye bahsedilen söz konusu davanın başlangıcından günümüze yaşanan süreçlerini, olayın geçtiği yerlerin tarihini , sosyal, kültürel, etnik, siyasi yönlerini de ele alarak bu konuda sizleri kısa öz bilgilerle aydınlatmak istiyorum.
Filistin’in tarihi ; Filistin, coğrafî olarak doğuda Akdeniz, batıda Şeria Nehri ve Lut Gölü, kuzeyde Suriye ve güneyde Mısır ile çevrili bölge olarak kabul görmüştür. Verimli toprakları, sahip olduğu stratejik konum ve farklı inançlar açısından taşıdığı önem sebebiyle tarih boyunca pek çok kavim, devlet ve topluluğun hakimiyet kurmak istediği başlıca bölgelerden biri olmuştur.
Bölgede en eski buluntular M.Ö. 14 bin yıl öncesine uzanmaktadır. Tarihte “Filistin” adı M.Ö. 12. yüzyılda buraya göç yoluyla gelen Filistler’den almaktadır. Filistler, bu bölgeye M.Ö 12.Yüzyılda Girit’ten göç etmişlerdir. Filistler de bir deniz kavmidir, Arap değildir. Bir Deniz Kavmi olan Filistler Anadolu, Kıbrıs ve Suriye’yi yerle bir ettikten sonra M.Ö 1190’da Antik Mısır’ı işgal ettiler. Mısırlılar tarafından geri püskürtülünce Filistin’in güney sahilinde, bugünkü Tel Aviv-Yafa arasındaki Joppa denilen bölgeye yerleştiler. Tevrat’ta “Kaftor”, Mısır vesikalarında ise “Keftiu” olarak isimlendirilen Girit adası, Filistinlilerin anavatanıdır. Demek oluyor ki, Fillistler bugünkü Filistin’e Girit’ten gelmişlerdir ve onlar orijin olarak Hint-Avrupa-i kavimlerden biridirler.
Arapların Bölgeye İlk Gelişleri; M.Ö 5 binlerden itibaren Sâmî kavimleri tarafından istila edilen bölgedeki bilinen ilk yerleşimciler, Arapların da atası olarak kabul edilen Amâlikalardır. M.Ö. 2 binlerde bölgede yine Sâmî ırktan Kenanlılar, Fenikeliler ve Ârâmîlerin yaşamış, nitekim bu dönemde bölge “Kenan diyarı” olarak anılmaya başlamıştır. Kudüs şehrinin de Kenanlıların bir kolu olan Yebüsler tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir. M.Ö. 1200’lerde bölgeye gelen Filistler, özellikle Gazze bölgesinde şehirler kurmuşlarsa da, daha sonra yerli halka karışmışlardır.
İlk İsrail Devletinin Kurulması; Mısır’da Firavun zulmünden kaçarak Hz. Musa öncülüğünde bölgeye gelen İsrailoğulları M.Ö. 11. Yüzyılda ilk İsrail devletini kurmuşlardır. Bu ilk İsrail devletinde Talut’un yerine geçen Hz. Davud ve daha sonra oğlu Hz. Süleyman dönemleri krallığın altın çağı olmuş, daha sonra devlet önce ikiye ayrılmıştır.
İsrail Devletinin Yıkılışı, Bölgeden Sürülüşü; İkiye ayrılan devletin birincisi İsrail M.Ö. 721’de Asurlular tarafından, ikincisi olan Yahuda Krallığı ise M.Ö. 586’da Babilliler tarafından yıkılmıştır. Bu esnada bölgedeki Yahudiler de Filistin’den sürülmüştür. M.Ö. 6.-4. yüzyıllar arasında iki asır Perslerin hakimiyetinde kalmış, bu dönemde sürülen Yahudilerden bir kısmı geri dönerek, Hz. Süleyman tarafında yapılan ve Babil istilasında yıkılan Süleyman Mabedi’ni ve şehir surlarını tekrar inşa etmişlerdir. Perslerden sonra bölgede Büyük İskender, daha sonra da Helenistik krallıklardan Mısır’daki Ptolemaioslar ile Suriye’deki Selevkoslar hâkimiyeti ele geçirmiş, bu dönemde bölgede Helenistik kültürün yaygınlaştırılması noktasında katı politikalar uygulanmıştır. M.Ö. 2. yüzyılın ortalarına kadar devam eden bu süreçten sonra yaklaşık 70 yıl sürecek bir bağımsızlık dönemi yaşanmış,
Filistin’de Roma İmparatorluğu Dönemi ; M.Ö. 63 yılında ise Filistin bu kez Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilmiştir. Böylece Hz. Ömer zamanında İslam ordularınca fethedilişine kadar Filistin’de önce Roma, devletin ikiye ayrılışından sonra da Bizans hâkimiyeti devam etmiştir. Bu dönemde önce Yahudiler bölgeden sürülerek şehir Roma kimliği ile inşa edilmiş, 312 yılında İmparator Konstantinos’un Hristiyanlığı devletin resmî dini olarak kabul etmesinden sonra da Kudüs Hristiyanlık için kutsal kabul edilerek dinî yapılarla donatılmıştır. Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa ve Hz. Peygamber’in miraç hadisesi sebebiyle İslamiyet’in başlangıcından itibaren Müslümanlar için kutsal kabul edilen Kudüs ve dolayısıyla Filistin coğrafyası, her dönemde İslam tarih ve medeniyetinin kilit noktalarından birisi olmuştur.
Filistin’in İslam Ordularınca Fethi; Hz. Ömer’in hilafeti esnasında gerçekleşen fetihten sonra Filistin Emevîler, Abbasîler, Ihşidîler, Tolunoğulları, Fatımîler ve Suriye-Filistin Selçuklu Devleti gibi pek çok İslam devletinin hakimiyeti altında kalmış, 1099 yılındaki Haçlı istilası ise Selahaddin-i Eyyubî’nin Kudüs’ü tekrar fethettiği 1187 yılına kadar devam etmiştir. Selahaddin-i Eyyubî’nin vefatından sonra çıkan karışıklar neticesinde Kudüs 1229’dan itibaren 15 yıl gibi kısa bir süre tekrar haçlı kontrolüne geçmiş, ancak 13. yüzyılda Memlüklüler tarafından tüm Filistin toprakları parça parça kurtarılmıştır.
Filistin’in Osmanlıya Katılışı; Filistin, Yavuz Sultan Selim tarafından 1516 yılında Osmanlı topraklarına katılmış ve 1. Dünya Savaşı sonrasında kaybedildiği 1918 tarihine kadar 4 asır Osmanlı hâkimiyeti altında kalmıştır. Çalkantılı geçen binlerce yıllık tarihinin ardından Kudüs ve Filistin toprakları Osmanlı hâkimiyeti altında farklı dinî ve etnik kökene sahip insanların barış içerisinde yaşamıştır. Osmanlı döneminde Filistin idarî olarak Şam eyaletine bağlı Kudüs, Gazze, Nablus ve Safed sancaklarına ayrılmış, ayrıca doğrudan merkeze bağlı emirlikler de olmuştur. 1832 yılında Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından ele geçirilen Filistin, 1840 yılında tekrar kontrol altına alınmış, 1887 yılında Kudüs, merkeze bağlı bir mutasarrıflık haline getirilmiş, 1888 yılında Beyrut vilayetinin oluşturulmasından sonra da bölge idarî olarak ikiye ayrılmıştır. 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Siyonist hareket, Filistin coğrafyası açısından son derece kritik bir sürecin hazırlayıcısı olmuştur. Theodor Herzl tarafından organize edilen ve 1897 yılında Basel’de gerçekleştirilen 1. Dünya Siyonist Kongresi’nde, Yahudilerin Filistin’de hukukî güvence altında bir yurt edinmesi amaçlanırken, bu tarihten itibaren başlayan düzenli göçlerle 1881 yılında 15 bin civarındaki Yahudi nüfus, 1914’te 40 bine yaklaşmıştır. Bu süreçte Siyonistler, önce padişah 2. Abülhamid ile görüşerek Filistin’den toprak satın almayı ve Osmanlı’nın dış borçlarını ödemeyi teklif etmiş fakat bu teklif kabul edilmemiştir. Filistin için yaklaşmakta olan Siyonist tehlikeyi gören Sultan Abdülhamid, Yahudilerin Filistin’den toprak satın almasını yasaklamak, dinî ziyaret için gelenlere geçici izin vermek ve vize uygulaması gibi girişimlerde bulunmuş, ancak zulümden kaçan Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelmelerine ise izin vermiştir. Girişimlerine İttihat ve Terakki yönetimi nezdinde de devam eden Siyonistler, geçici bir süre için de olsa 2. Abdülhamid’in aldığı kararların kaldırılmasını başarmışlardır. Bu süreçte hem Filistin’deki Yahudi varlığı güçlenmiş, hem de Arap milliyetçiliği baş göstermiştir. Böyle bir siyasal zeminde başlayan Birinci Dünya Savaşı yıllarında Filistin, Fransa ile İngiltere arasında imzalanan ve savaş sonrasında Ortadoğu’nun paylaşımını öngören Syces-Picot Antlaşması’nda belirsiz bırakılmış, 1917 yılında İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour tarafından Siyonist hareketin önde gelen ismi Baron Walter
Rothschild’e hitaben kaleme alınan deklarasyonla Filistin topraklarında Yahudilere bir vatan kurulması vaad edilmiştir.
Filistin’deki Osmanlı Varlığı Sona Ermesi ; Eylül 1918’de sona ererken, deklarasyona savaş sonrası imzalanan Sevr Antlaşması’nda da yer verilmiştir. İngiltere 1920 yılında Filistin’de bir manda idaresi kurmuş ve bu idare 1922 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiştir. 1929 yılında Zürih’te toplanan 29. Siyonist Kongresi’nde ise Balfour Deklarasyonu’nda geçen “Milli Yuva” ifadesinin “Yahudi Devleti” anlamına geldiği tanınmıştır. 1930’lu yıllarda Almanya’da işbaşına gelen Nazi yönetimince başlanan ve 2. Dünya Savaşı yıllarında devam eden uygulamalar Filistin’deki Yahudi nüfusunu arttırırken, İngiltere tarafından eğitim ve silah yardımı ile desteklenen Haganah, Irgun ve Stern gibi örgütlerin gerçekleştirdiği terör eylemleri ile Filistin halkı adeta soy kırıma uğratılmış ve yurtlarından sürülmüştür. Müslümanların İngiliz manda yönetimine ve Yahudi terör örgütlerine karşı İzzeddin El Kassam, Emin El Hüseynî gibi isimlerin liderliğinde sürdürdüğü mücadele parçalı ve yetersiz kalırken, Siyonist hareket yıllar içerisinde daha organize ve komplike bir politika izlemiştir.
İsrail Devletinin Kuruluş Süreci ; 2. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda Filistin’deki durum daha da kötü bir hal almış, İngiltere durumu BM’ye taşıyarak İsrail Devleti’nin kuruluş sürecini başlatmıştır. 1947 yılında yapılan taksimat planı da Yahudilere nüfuslarıyla kıyaslanmayacak ölçüde büyük ve verimli topraklar vermiş, İngiltere de manda yönetimini sonlandıracağını açıklamıştır. Taksimata göre Filistin’in Kudüs hariç altı bölgeye ayrılmasını, bu bölgelerden üçünün Müslümanlara üçünün de Yahudilere verilmesini, Kudüs’ünse uluslararası statüde tutulmasını öngörmüştür. Siyonistler bu taksim planın kabul ederek derhal kendilerine verileceği söylenen bölgeleri işgal etmeye başlamış ve İngiltere’nin Filistin’den çekileceği gece yani 15 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etmişlerdir.
Türkiye’de Gündemden Düşmeyen Siyonizm ; Sosyal medyada birçok platformlarda dile getirilen “Siyonizm” ve “Siyonistler” kullanımı genel olarak Türkiye’de İsrail politikalarını ve bu politikaları savunanları eleştirmek için kullanılan aşağılayıcı bir tabir olarak sosyal medyada sıklıkla öne çıkıyor.Bu sözü radikal İslamcı çevreler çok kullanır.Aslında Siyon (Zion) kelimesi Tevrat’ta geçen, Kudüs’te bulunan bir dağ. Siyonizm ise kökü 19. yüzyıla dayanan ve Filistin bölgesinde bağımsız bir İsrail devletinin kurulmasını amaçlayan milliyetçi bir harekete atıfta bulunuyor.İsrail’in kurulmasıyla başlayan süreçte ise Siyonizm geniş bir ideolojik yelpazede çeşitliliği olan bir düşünce akımına dönüşüyor. Bu söylemi Slavların “ Pan Slavizim” Türklerin “ Pantürkizm” söylemine yakın bir terim olarak görebiliriz.
İsrail ve İran İlişkileri ; Son günlerde gündemde olan birbirlerine misilleme füze atışları yapan İsrail ve İran arasında ilişkilere gelince, İsrail ve İran arasında ilişkiler İran Devrimine 1979 yılına kadar barışçıl düzeyde idi. Devrim sonrası İsrail’e karşı İran’ın çıkışları olmuşsa da 1948 Yılında kurulan İsrail Devletini Mısır’dan sonra 2. Tanıyan İslam Ülkesi İRAN’dır. İran’nın 1979 Devrim sonrası İsrail ile bu ilişkiyi kestiği tüm dünya ülkelerince bilinmektedir. Ancak İran’da yapılan devrimle beraber siyasi ve ekonomik çıkarlar gereği İsrail ile örtülü ve kirli ilişkiler yaşanmaya devam etmiştir. Bu iki ülke İran ve İsrail yıllardır bölgesinde küresel güç unsurları açısından da birer denge noktasını oluşturmuşlardır. İki ülkenin söylemleri üst seviyeye taşınsa da, karşılıklı misilleme füze insansız araç vs atışlar olsa da savaş ihtimalini ben çok az ihtimal olarak görüyorum.
İsrail Türkiye İlişkileri : Bu zaman zarfında İsrail’in Gazze saldırılarının sürdüğü ortamda İsrail ile halen ticaret sürüyor baskıları sonrasında alınan kararlar doğrultusunda bazı malların ticaretine yasaklar getirilse de, ilişkilerde zaman zaman yaşanan sorunlara rağmen, İsrail’le diplomatik ilişkilerimiz hiçbir zaman kesilmemiştir. İki ülke arasında ülkemizin İsrail’i tanıdığı 28 Mart 1949 tarihini takiben, Türkiye’nin İsrail nezdindeki ilk diplomatik temsilciliği 7 Ocak 1950’de resmen açılmıştır. Türkiye, Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkeler arasında İsrail’i tanıyan ilk ülkedir. İki ülke arasındaki askerî, stratejik ve diplomatik iş birliği, iki ülkede de önceliğe sahip olmuştur. 14 Mayıs 1948’de İsrail Bağımsızlık Bildirgesi ile kurulan İsrail Devleti’ni 192 Birleşmiş Milletler üyesi devletin 160’ı (%83) İsrail’i tanımaktadır. Buna göre 32 ülke İsrail’i tanımamaktadır, devlet olarak görmemektedir.
Sonuç olarak bugün gelinen noktada; İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısının 35 bine yaklaşmakta, yaralı sayısının da 75 binin üzerine çıkmıştır. Gazze’de masum insanların katledilmesine ülkeler nezdinde tepkiler artmaya başlamış,
Amerika İngiltere başta olmak üzere Batılı Devletlerde de insanlar sokağa dökülerek İsrail’e tepkiler çığ gibi büyür hale gelmiştir. Dünyanın birçok ülkesinde bu zulme “DUR “ seslenişleri tepkiler gün geçtikçe artmaktadır. Bu aşamada dünya ülke halklarının tepkilerini de göz önüne alacak BM ‘in bu konuda bir an önce etkin kararlar alarak , akan kanın durmasını sağlaması, ardından barışçıl çalışmaların başlatması gerekmektedir
Gelinen süreçte; İsrail-Filistin çatışmanın sona ermesi için siyaset strateji uzmanlarının iki ana çözüm opsiyonu gündemde tartışılıyor. Birincisi iki devletli çözüm. Bu çözüm modelinde , İki bölgeli bir federal devlet opsiyonu bölgede İsrail ve Filistin olarak iki farklı bağımsız devlet kurulması öngörülüyor.
Diğer öneride tek devletli çözümde ise, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze şeridinin birleşmesiyle tek bir devlet olarak kurulması öngörülüyor. Bu durumda da iki ihtimal bulunuyor. Birinci ihtimal üniter bir demokratik devlet kurulması. Bu önerinin de ; Arap nüfusunun Yahudi nüfusundan fazla olması ile İsrail’in bir Yahudi devleti olmaktan çıkabileceği söz konusu. Bu sebeblede sağ çevreler tarafından bu öneri desteklenmiyor. Sağ çevrelerin desteklediği tek devletli çözümde ise İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak ederek üniter bir Yahudi devletinin kurulması, Filistinlilerin ise sınır dışı edilmesi ve oy hakkı verilmemesi öngörülüyor. Ancak bu öneri ağır insan haklarının ihlali içerdiği için birçok kesim tarafından hatta siyonistlerin büyük kısmı dahi desteklemiyor. Yapılan kamu oyu anketlerinde hem Filistinlilerin hem İsraillilerin çoğunluğunun iki devletli çözümü desteklediği görülüyor. Bu görüşe de iki taraf şüpheci yaklaşımla bakıyor.
Görünen o ki ; İlk etap da önce savaşın durdurulmasının gerektiği, akabinde ise, çözüm önerilerinin daha uzun süre daha gündemde kalıp tartışılacağı yönünde…
Erdoğan KIRMIZIOĞLU
Araştırmacı