Zaman su gibi akıp geçiyor değil mi?
Geriye dönüp bir bakıyoruz, “Daha dün gibi” demediğimiz oluyor mu ki?
Kış mevsiminde, “Yaz gelse de nefes alsak” diyenlerimiz olur, nem ve kavurucu sıcaklarda da, “Kışı özledim” kelimesini dilimizden düşürmeyiz.
Antalya açısından da Temmuz ve Ağustos vurgulamaları oldum olası özellikle yaparız.
Hatta “Ben iki ay yayladan hiçbir yere adım atmam” mantığına kadar.
Alın bugün 1 Temmuz. Ramazan ve Kurban Bayramı’ydı ve geçip gitti yılın ilk 6 aylık kısmı bitti, Temmuz’a bugün itibariyle adım attık. Derken Ağustos bitti mi hoş geldin 2024 ve 2025 kışa sezonu.
Neredeyse Antalya’nın yaz mevsimi son 2 ayına giriyor da, Cumartesi mahmurluğuyla internette dolaşıyorum. Karşıma, “Antalya halkı plaj sız kaldı” haberi çıkmaz mı?
Bu şehirde yaşayan, 640 kilometrelik sahil şeridine sahip bir sakini olarak gel de böyle bir haber karşısında duyarsız kal.
Mümkün mü?
Hele hele bir gazeteci olarak asla değil.
Ve şöyle devam etmiş haber: Antalya’nın dünyaca ünlü halk plajlarında yaşanan işgaller bitmek bilmiyor. Otel ve işletme sahiplerinin plajları işgal etmesi nedeniyle vatandaşlar sahilleri kullanamıyor. Yetkililere seslenen vatandaşlar ise halk plajlarının halka ait olduğunu ve işgallerin durdurulmasını talep ediyor.
Milyon kez haklılar.
Vatandaş taleplerinde tabi ki haklılar da, o haklarını verecek olan veya olanlar kim arkadaş?
Kim?
Haberin devamında ne mi denmiş?
“Bir sürü halk plajına sahibiz ama dilediğimiz gibi bu plajları kullanamıyoruz. Tam bir doğa ve plaj katliamı. Engelli arabaları ve çocuk arabaları için yapılan rampaları da kendi özel kullanımına almışlar. Rampa direkt plajdaki tesise iniyor. Birçok sahil halka ücretsiz olmasına rağmen sahil boyunca bir havlu atacak yer dahi yok. Çünkü işletme sahipleri kendi şezlong ve şemsiyeleri bu alanlara koymuşlar. Kendimiz buralarda oturmak istediğimizde ise yetkili kişilerin tepkileri ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu plajlar işletme sahiplerine veya otellere ait değil ki bu plajlar halka açık. Biz bu alanları dilediğimiz gibi kullanamıyoruz.”
Tüm bunlar Antalya’da yaşamlarını idame ettirmekten başka bir şey düşünmeyen ve denizlerimizden yararlanmak isteyen vatandaşlar tarafından dile getiriliyor.
Yerleşik yabancılar da aralarında hayli fazla.
Otellerin hiçbir şey umurlarında değil de.,
Peki madalyonun diğer yüzüne bakacak olursak Esnaf ne yapacak?
Astronomik rakamlarla belediyeden kiraladıkları sahildeki işletmelerinden nasıl para kazanacaklar da elektrik-su ve çalıştırdıkları elemanların maaşlarını ödeyip kendi evlerine de ekmek götüre bilecekler?
Kim düşünecek tüm bu sorunları da çare üretecek?
Ben mi?
Belediye Başkanı neden seçilir. Ve seçilen veya seçtikleri o başkanlardan vatandaş ya da esnaf neler bekler hiç birisinin umurunda mı ki?
“Millet kendi sahiline gidemiyor arkadaş. Sen hafta sonları yoksa özel havuzunda buzlu viskini yudumlayarak mı hafta sonunu geçiriyorsun” demezler mi adama?
“Ver bir örmek mi” diye geçiyor içinden?
Boğaçayı köprüsünü geç. Sol tarafa baka baka Liman yoluna kadar yürü.
Bak da gör 2024 yaz sezonu bitmek üzere ama 2023 Eylül ayında başlattığın sahil düzenleme çalışmaları ne alemde gör.
Görsen kendinden utanır mısın ki?
Sahil düzenlemesi çerçevesinde WC ve soyunma kabinleri yapılmış. Hatta günler öncesinden bitmiş.
Özellikle WC’ler camdan bakıldığında içleri her şeyiyle hazır hale getirilmiş ama kapıları kilitli.
O kilitli tutulan yerler kime ne yarar sağlar anlam verebilmek mümkün değil de, vatandaş büyük ve hatta küçük tuvalet ihtiyaçlarını bulabildikleri yerlere yapıyor ey yetkililer umurunuzda mı?
Sanmıyorum olduğunu.
Zira olsaydı dertlere çare olur en azından yapmakla yükümlü olduklarınızı yerine getirmiş sayılırdınız.
Ama şehrinin göbeğine vatandaşlarının ihtiyaçlarını giderdenler olarak kalacaksınız zihinlerde.
Bu da mı umurunuzda olmayacak?