Sevgili Okurlarım!
Geçmiş Mübarek Kurban Bayramınızı kutlayarak yazıma başlamak istiyoru
Yılda iki defa kutladığımız, dini bayramlardan ikincisi olan Kurban Bayramı’nı da tüm yurtta, sözde
kutladık.
Tabii ki ; Buna kutlama denilirse…
Dini bayramlarda, tıpkı milli bayramların millilikten uzaklaştırılarak içinin boşaltıldığı gibi
maneviyat ulviyetten uzak şekilde, ekonomik sıkıntılarında etkisiyle çok az kimse tarafından
kutlanmaya başlandı.
Hepimiz biliyoruz ki ; Mübarek Ramazan Bayramının da, Mübarek Kurban Bayramının da ,
dinimizde kutsal yeri var.
Bugün siz değerli okuyucularıma geçmiş olan Kurban Bayramı’yla ilgili izlenimlerimi düşüncelerimi
paylaşmak istiyorum.
Her yıl olduğu gibi bu yılda Kurban Bayramı’nı Korkuteli İlçemizde geçirdim. Korkuteli Yazır
Köyünde kurbanlık kesim yerinde , o geçen yıllardan alışık olduğumuz kalabalık yoktu. Kurban
kesiminde sıra beklemeden Allah kabul etsin bu dini görevi yerine getirdim.
Çevremde bu yıl kurban kesenlerin sayısı oldukça azalmıştı.
Birden kendi kendime düşünmeye başladım. Ülkemin insanının inançlarımı zayıflıyordu? Yoksa
ekonomik darboğaz, sıkıntı, kurban fiyatlarının aşırı yüksek olması, insanların dini vecibe olan kurban
kesiminin yerine getirilmemesine mi sebep oluyordu?
Maalesef her iki durumda söz konusu.
Bunun yanında bir de, bazı kesimlerin her şeyde bir din vurgusu yapması, bizleri yönetenlerin bile
nas dan, nus dan ulemayı mı soruldu ? gibi sözlerden bahsetmesi , inanın ben dahil birçok sağ
duyulu insanı dinden soğutmaya başladı.
Dini bilgilerimize göre hepimiz biliyoruz ki ; Kurbanlık etin 1/3 ‘i fakirlere (kurban kesemeyenlere)
1/3’i gelen misafirlerle yemek ikramına, 1/3 ‘i de kurban kesen için ayrılır.
Peki ! Son yıllarda uygulamada ise hiç de böyle olmuyor. “Kurbanda fakirler ete doyacak” söylemi
eskilerde kaldı. Dışarıdan onca et ithaline rağmen bir türlü et fiyatları düşmediğinden kesilen
kurbanlık etler, fakir/muhtaçlara değil derin dondurucularda ileride yemek için saklanmaya başlandı.
Her geçen yılda görülüyor ki ; Hem kurban kesen azalmakta, hem de kesilen etler fakire
dağıtılmıyor, gelen misafir sofralarına konmuyor, lüks tüketim kapsamında doğrudan derin
donduruculara kaldırılıyor. Kurban etini Paylaşmak , misafirlere ikram olarak sofralara koymak ise,
maalesef eski bayramlara has bir özellik olarak kaldı…
Son yirmi beş yılda o kadar çok şey kaybettik ki; Hangi konuda hangi birini anlatayım.
Temel hak özgürlükler, sosyal haklar, insanca yaşam, adalet, eğitim , bu konulara girmiyorum.
Sadece kurbanlık kesim azaldığından dolayı ekonomik değerlere kısaca göz atmak istiyorum;
Gıda madde fiyatları üzerinden yapılan hesaplamaya göre dört kişilik bir memur ailesinin sağlıklı
beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı Mayıs 2025 için 34 bin 888 lira,
Tek bir (bekâr) çalışanın yaşam maliyeti ise 51 bin 193 lira,
Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar
için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı kısacası Yoksulluk Sınırı 84 bin 352 lira
olmuş.
Bu sonuçlara göre;
2025 yılında da 22 bin 104 lira alan asgari ücretli 34 bin 888 lira olan açlık sınırının %57,83 altında
ücret alarak sadece karnını doyurabilmekte.
Bu tür istatiksel tablolara baktıkça inanın moralim bozuluyor.
Ben ve benim ülkemin insanı adaletsiz gelir dağılımından şikayetçi.
Gelir dağılımı, bir ülkede üretilen toplam gelirin vatandaşlar arasında nasıl paylaşıldığını gösteren
ekonomik bir ölçüttür. Halkın anlayacağı dilde basitçe söylemek gerekirse, pasta hepimizin emeğiyle
büyüyor, peki bu pastadan kim ne kadar dilim alıyor? İşte gelir dağılımı bunu gösteriyor.
TÜİK verilerine göre Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesim, toplam gelirin yaklaşık yüzde
48,1’ini alırken, en yoksul yüzde 20’lik kesim sadece yüzde 6,3’ünü alabilmekte. Bu da, zengin ve
yoksul arasındaki makasın oldukça açık olduğunu gösteriyor.
Gelir dağılımında refah üçgeninde, yukarıda çok az zengin kesim ülke gelirinin çok büyük gelir
payını alarak hallerinden memnun refah içinde yaşıyor, refah üçgenin alt kesiminde bulunan çoğu
insanda ülke gelirinin çok az payını alarak yoksulluk altında inin inim inleyerek yaşamaya çalışıyor.
Sadece benim gözlemim değil bu tablolar… İstatistiksel verilerle sabit…Bu istatiksel tabloları
diğer ülkelerle kıyasladığımızda ülkemizin ne hale getirildiğini görmek mümkün.
Peki ! Bizi bu hale kimler getirdi? Bu soruları bilinçli toplumda yaşayan insanlar elbette sorgular
ve yeri geldiğinde seçimde oyunu kullanarak hesap sorar.
Tekrar Kurban verilerine dönersek; 2015 yılında, Kurban Bayramı’nda Türkiye genelinde 867 bin
büyükbaş ve 2.7 milyon küçükbaş hayvan kesilmiş. Ülke nüfusu 10 yılda arttı, milyonlarca mülteci
geldi . bazılarının baş tacı ettiği “Müslüman din kardeşlerimiz” sınırdan içeri girdi, ama 2025’te kesilen
sayı ne oldu biliyor musunuz ? Ülke genelinde 750 bin büyükbaş, 2,6 milyon küçükbaş… Bu veriler şu
gösteriyor , “Daha fazla insan oldu , daha az kurban kesildi …”
Buna sebep ; Ekonomik dar boğaz, stres, hayat pahalılığı ve insanların dinden soğumaları …Dini
vecibeleri yerine getiremez hale gelmeleri.
Ülkede görünen sadece hayat pahalığı değil, güven vermeyen piyasa ortamı, güven vermeyen
yaşam standartları, güven vermeyen korunamayan can mal varlığı, çarpık sürekli ortama göre
değişen politikalar, yönetimde oluşan zaaflar, dışarıdan bilinçsizce yapılan hayvan ithalatı ve bu
ithalat sonucunda düşürülemeyen et fiyatları, plansız programsız kentleşme, rant uğruna meraların
yok edilmesi, kentlerin betonlaşması, yerli milli hayvancılık sektörünün çöküşü…
Tarihte bilinir ki ; Türk Milleti geçmişten beri et yemeği seven bir millettir. Ya bugün Türk Milleti
ne halde ? Kasaplarda et reyonlarında eti sıyrılmış kemikler yer alıyor. Maalesef bazı insanlarımız,
Eti alamayanlar, eti sıyrılmış kemiği alıp, çorba yaparak ailesinin çocuklarının karnını doyurmaya
çalışıyorlar.
Ülkem insanı ekonomik zorluklar altında ezilirken, kurban bayramında bile ülkemde onca et
yiyemeyen insan varken , haber programlarında izliyoruz; “Türkiye Diyanet Vakfı, “Vekaletle Kurban
Kesim Programı” kapsamında yapılan bağışlarla yaklaşık 19 bin hisse kurban etini Moritanya’daki
ihtiyaç sahiplerine ulaştırdı.” Haberleri gerçekten sağ duyulu insanlar olarak bizleri üzüyor. Ve dinden
Diyanetten soğuyoruz.
Buradan Diyanete sesleniyorum. ´´KOMŞUSU AÇKEN TOK YATAN BİZDEN DEĞİLDİR!´´ (HZ.
MUHAMMED SAV.) Sözleri var iken; Komşu aç iken, bir gece geçiren kişinin İslam ümmetinden
olmayacağını anlatan bu hadis-i şerif’in kültürümüzün bir parçası haline gelmiş olduğunu bilmenize
rağmen, ülkem insanlarından kurban kesemeyen et yüzü göremeyen onca vatandaşımız varken , Bu
Moritanya sevdası neyin nesidir ? Ey DİYANET ! Kurban bayramında , 19 bin hisse kurban etini
Moritanya’daki ihtiyaç sahiplerine ulaştıracağına ülkemin kurban kesemeyen zorluklar altında
yaşayan insanımıza ulaştırman gerekmez miydi ? Diyanetin bütçesini ülkemin insanının vergileriyle
oluşturulmuyor mu ?
İnanın bu tür uygulamalar, en güvenilecek kurumdan yapılınca ben ve benim gibi insanlar dinden
Diyanet uygulamalarından soğuyor.
Diyanet verdiğimiz vergilerle önce ARGE çalışmaların yapmalı. Benim gibi Araştırmacı ,sorgulayıcı
insanların kafasına takılan soruların cevaplarını verebilmeli.
Kafama takılan bir türlü cevap bulamadığım bir soruyu Diyanete soruyorum. İNSANLIK
TARİHİNDE HZ.ADEMİN YERİ NEREDE? HZ. ADEM İNSANLIK TARİHİNDE NEREDE DEVREYE GİRDİ ?
Benim yaptığım araştırmada ; İlk modern insan olan Homo sapiensler, evrim teorisine göre
200.000- 300.000 yıl önce ilk insansı (hominid) atalarından evrilmişler. Yaklaşık 50.000 yıl önce dil
yeteneğini geliştirmişler. İlk modern insanlar yaklaşık 70.000-100.000 önce Afrika’yı terk etmeye
başlamış. Peki HZ.ADEM İNSANLIK TARİHİNİN NERESİNDE DEVREYE GİRİYOR ? Yahudiler Adem’in
milattan önce 3761-3760’da yaratıldığını kabul ediyorlar. Hz. Adem’in yaşadığı yılların çok öncesinde
yaşayan insanlar var. Ama Kur’an ayetinde “Hz. Âdem (a.s.)’in yaratılışına dair Kur’an ayetleri şu
mealdedir: “Hani Rabbin meleklere muhakkak ben yeryüzünde bir halife (bir insan, Âdem)
yaratacağım.” demişti (Bakara, 2/30). “And olsun biz insanı kuru bir çamurdan, suretlenmîş balçıktan
yarattık.” (Hicr, 15/26). Bu ilmi verilerle insan Hz. Adem’den çok önce var. Dini kitap da ilk insan Hz.
Adem’den bahsediyor. Bu konularda o kadar çelişki, araştırılacak konu var ki , hangi birinden
bahsedeyim. Diyanet bu konularda ARGE çalışmaları yapmalı. Halkı dini konularda aydınlatmalı.
Bu konularda daha sonra Araştırmacı olarak, yaptığım araştırmaları ayrıca paylaşacağım.
Gelelim Eski Bayramlara…
Eski bayramları hatırlayarak sizlere nostaljide hayallerde kalan günlerle yazımı noktalamak
istiyorum.
Bayramlar dün nasıl kutlanırdı?
Bayramlar son yıllarda sönük geçiyor. Nerde o eski bayramlar? Bizim kuşak, yeni nesil kuşağa göre
daha şanslı.
Bizler, birçok konuda olduğu gibi… Bayramların coşkusunu da büyüklerimiz ile birlikte yaşama
tadına erdik.
Çocukluğumuzda geçirdiğimiz o bayramları hep özlüyoruz.
Çok katlı binaların henüz yapılmadığı, Apartman hayatının yaygın olmadığı 1970 öncesi
dönemlerde, yaşadığımız bayramlar, komşuluk ilişkileri, çok farklı idi. O dönemlerde mahalle kültürü
vardı. Mahalleler, bahçeli, avlulu evlerden oluşur, herkes komşularına gider, gelirdi. O mahalle
ortamlarında çoğu evlerde kapı pencere kapanmazdı. Hiçbir hırsızlık olayı da görülmezdi. Öyle
ortamlarda yaşanılan bayramlar ise çok farklı idi. Bayramdan bir hafta önce hazırlıklar yapılır.
Kurbanlıklar ise bir hafta önceden gelir, her mahallede mevcut boş, çalılık arazilerde bekletilirdi.
Çobanlar kışın kepenekli olur, soğuktan korunmak için ateş yakarlar, kepenek içinde uyurlar, çoban
köpekleri de sürünün içinde olur, nöbet tutarlardı. Son güne kalmayalım, kurbanlık kalmaz
düşüncesiyle, kurbanlıklar bir hafta öncesinden alınmaya başlanır, çoğu avlulu olan evlerin avlusunda
beslenirdi.
Evler dip bucak temizlenirdi. Ahşap evlerin tabanları genelde tahtadan olur, o tahtalar sarı tahta
boyasıyla bir güzel boyanırdı. Komşular, birbirine tatlı açmaya gider, cevizli baklava, tel kadayıfı, sarı
burma, açılır, tepsiler pişirilmesi için mahalle fırınlarına götürülür, sıra alınırdı. Çarşı, pazara alışveriş
için çıkılır, bayramlıklar alınırdı. Kurban bayramında, en kalabalık alışverişin yapıldığı yerlerin başında
Eski Demirciler Çarşısı ( Sobacılar içi ) yer alırdı. Eski demirciler çarşısında, kurbanda kullanılacak
bıçaklara bileyleme yapılır, bakır kaplar kalaylatılır, ip, kömür, mangal gibi malzemeler alınırdı.
Arife günü mezarlıklara kabir ziyaretine gidilir, yakınların, dost hısım akrabaların mezarı başında
dualar okunur, çiçekler bırakılırdı.
Tüm yapılan hazırlıklardan sonra bayram sabahının gelmesi sabırsızlıkla beklenirdi.
O zamanlarda bugün olduğu gibi büyük marketler AVM’ler yoktu. Alışveriş için aşağı şarampol,
yukarı şarampol caddesinde ki dükkânlara uğranılırdı. Alışverişte genellikle kumaş alınırdı. Elbiseler
terzilerde, üzerine göre birkaç kez prova alınarak diktirilirdi. Terziler daha yaygındı.
Kurban bayramı sabahı coşku hat safhada olurdu.
Birkaç gün önceden alınarak evlerin avlusunda bahçesinde beslenen, kurbanlık keçinin, kesilmesi
anında özellikle küçük çocuklar çok üzülürdü. Kesilen kurbanlık hayvanın derisi hemen tuzlanırdı. Bu
dönemlerde olduğu gibi mevcut cemaat yurtları kaçak deri toplamazdı. Mangallar yakılır, aile
büyükleri ile birlikte yenilirdi. Toplanan aile, yemekten sonra hep birlikte dua eder, Cenabı Allah’tan
bir daha ki seneye, yılına erişmek dileğinde bulunulurdu. Bayram günleri, bugünlerde olduğu gibi tatil
yerlerinde tatil yaparak değil, akraba, eş dost komşu ziyaretleriyle geçerdi. Küsler bayramda mutlaka
barıştırılırdı. Bayramlaşma için gidilen evlerde, hoş sohbetler yapılırdı. Küçükler büyüklerin o güzel
anlamlı konuşmalarını can kulağıyla dinlerdi. O yıllarda yaşlılara ayrı bir hürmet gösterilir, saygı
duyulur, çocuklara ise sevgi hoşgörü gösterilirdi.
O zamanların geçerli paraları sarı yirmi beş kuruşluk, elli kuruş, bir lira idi. Bu saydığım paralar
zamanın değerli paralarıydı. Mahallelere küçük bayram panayırları kurulurdu. Bizim çocukluğumuzda
üç tekerlekli bisikletler vardı. Onlara binip tur atmak bize çok büyük haz verirdi. Şekerlemeciler,
macun şekerleme satarlardı. Kargıya dolayıp sararak verdikleri şeker bize çok hoş gelirdi.
O yıllarda bayram panayırı eski doğu garajında kurulurdu. Orası bayram günü bitinceye kadar 4 gün
çok kalabalık olurdu. Aliçetinkaya Caddesinde şimdiki doğu garajının olduğu yere, bayram panayırına
bir solukta çocuklar koşardı. Orada; Neler, neler vardı ki? Biryandan ip cambazları, sirk çadırları,
bisiklet turu yapan çocuklar, kasnaklar atarak sigara almaya çalışanlar vs… Bayram boyunca orada
panayır insanlarla dolar idi.
O zamanlar telefonda yaygın değildi. Sabit telefon bile 10- 15 yılda çıktığından her evde yoktu.
Böyle telefon ile mesajlaşmada yoktu. Gidilecek hısım, akraba, arkadaş, komşuya doğrudan gidilir,
kapısı çekinmeden çalınırdı. Şimdi e-maillerle yapılan haberleşme, o zamanlar mektuplaşma, kart
atma yolu ile yapılırdı. Postanelerde bayram kartı atmak için sıraya girilirdi.
O zamanları gören yaşayan bizim nesil bence her haliyle daha şanslı idi. Teknoloji bu kadar
yaşantımıza girmemişti. Televizyon her evde yoktu. Radyodan akşamları haberler, arkası yarın
programları dinlenilirdi. Her şey daha doğaldı. İnsanlar bayramlarda, evini, hısım akraba, dost, komşu
ziyaretlerine açmaktan, onlara ikramlar sunmaktan ayrı bir zevk duyardı.
O dönemlerin insancıl ilişkilerinde, menfaat ilişkisi ön planda değildi. İnsanlar birbirlerine
yardımına koşarlar, maddiyattan çok manevi dostluklar ön planda idi.Kurban kesilince önce kurban
kesemeyen komşu akraba dostlara kurbanlık et ulaştırılırdı.
O zamanların bayramlarının hiç olmazsa bir kısmını tekrar yaşayabilmek… Yaşatabilmek… Ümidiyle.
Yarab! Bu bayrama da eriştik, şükürler olsun. Aramızdan ayrılanların, kabri nurla dolsun. Resulün
sevgisiyle gönüllere ışık doğsun.
Hoşça kalın !