Denizli Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği’nde (DESOB) patlak veren ve adını koymaktan çekinmediğimiz “zoraki bağış” skandalı, sıradan bir mali hatanın çok ötesinde, kamusal otoritenin sistemli ve vicdansızca kötüye kullanımının bir örneği olarak önümüzde duruyor. Ticaret Bakanlığı müfettişlerinin detaylı raporuyla deşifre edilen bu kirli mekanizma, yeni iş kurma heyecanı içindeki esnafın nasıl bir bürokratik cendereye alındığını somut verilerle gözler önüne seriyor.
Yeni bir hayat kurmak, rızkını kazanmak için sicil işlemlerini tamamlamaya koşan esnaf, DESOB kapısında yasal mevzuatta yeri olmayan, keyfi belirlenmiş bir engelle karşılaştı: "Bağış" adı altındaki zorunlu tahsilat. Olay, gönüllülük ilkesini tamamen hiçe sayan, zımni bir baskı mekanizmasına dönüştürülmüştür. Bu, bir sivil toplum kuruluşu faaliyetinden çok, kamu gücünü arkasına almış bir tahsilat örgütlenmesine işaret ediyor.
Müfettiş raporunun kilit bulguları, hukuksuzluğun izlerini kapatma çabasını da ortaya koyuyor. Yöneticilerin esnafa iki farklı hesap bilgisi sunması, toplanan paranın gerçek amacını bulanıklaştırma niyetini gösteriyor. En kritik ifade ise tahsil edilen paranın bir kısmının "nakit yatan" adı altında muhasebeleştirilmesi. Bu ifade, paranın kaynağını ve amacını perdeleyen, şeffaflıktan fersah fersah uzak bir kayıt tutma biçimidir.
Ancak skandalın en can alıcı hukuki ihlali, bu sözde "bağışın" sicil ve ruhsat işlemlerinin tamamlanması için bir ön şart gibi sunulmasıdır. İşlemlerinin aksamasından, yeni kurduğu düzenin gecikmesinden korkan esnaf, çaresizce bu yasa dışı talebe boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bu durum, kamu hizmeti sunan bir yapının, esnafın emeği ve zamanı üzerindeki hassasiyetini sömürerek kendine menfaat sağlamasıdır. Bu bir bağış değil, aksayan kamu gücü tehdidiyle toplanan bir haraçtır.
TCK'nın Kapısı: Görevi Kötüye Kullanma
Bu eylemler, basit bir muhasebe yanlışlığı olarak geçiştirilemez. Türk Ceza Kanunu (TCK) kapsamında Görevi Kötüye Kullanma (TCK m. 257) başta olmak üzere ciddi suçları tetiklediği açıktır. DESOB yöneticileri, esnafın hakkını ve hukukunu korumakla yükümlü oldukları kamu gücü niteliğindeki yetkilerini, tam tersi yönde, yani esnaftan yasal olmayan bir menfaat sağlamak için kullanmışlardır. Üstelik bu yollarla toplanan paraların, esnafın faydası yerine yönetim kurulu üyelerinin şahsi aktivitelerine harcandığı bilgisi, durumu ahlaki bir çöküş seviyesine taşıyor.
Ticaret Bakanlığı'nın mahkemeye başvurusu ve Birlik yönetimine kayyım atanması talebi, bu durumun münferit bir olay değil, örgütlü bir idari yozlaşma seviyesine ulaştığının en somut kanıtıdır. Mahkeme süreçleri, idari yapının hukuki meşruiyetini sorgularken, esnafın iradesinin bu gayri hukuki süreçlerden nasıl etkilendiğini de derinlemesine araştıracaktır.
Denizli esnafının tepkisi ve haksız tahsil edilen paraların iadesi talebi, mağduriyetin boyutunu gözler önüne seriyor. Şimdi gözler mahkemeden çıkacak kayyım kararında. Bu karar, sadece Denizli esnaf camiasında şeffaflık ve adil yönetim beklentisini karşılamakla kalmayacak; Türkiye genelinde benzer uygulamaların yaşandığı iddia edilen diğer illerdeki odalar için de emsal teşkil etmesi ve bu tür karanlık mekanizmaları kökten bitirmesi bekleniyor.
Esnafın teriyle kurduğu işine gölge düşüren, hakkını gasp eden bu tür uygulamaların sona ermesi, sadece bir hukuki temizlik değil, aynı zamanda idari ahlakımızın da restorasyonudur.
